17 Kasım 2010 Çarşamba

Vietnam'dan Anılar - Dağ bölgesi Dalat'tan sonra deniz Kenarı Nha Trang

Vietnam'daki ilk gezimin ilk durağı olan Dalat'da 1,5 gün geçirdikten sonra bu sefer de deniz kenarında olan Nha Trang'a gitmek üzere otobüsle yola çıktım. Yolculuk süresi ilkine kıyasla daha kısa olsa da Nha Trang'a vardığımızda hava kararmıştı. Otelime yerleşir yerleşmez hemen etrafı dolaşmak için kendimi dışarı attım. Yol üzerindeki dükkanlara baka baka sahil yolu üzerinde yürüdüm ve birşeyler yemek için yine gezi kutsal kitabım olan Lonely Planet'te önerilmiş Sailing Club'a girdim. Yüzme havuzunun etrafına yerleştirilmiş masalardan birine yerleşerek, yine havuzun diğer bir köşesindeki canlı müzik eşliğinde oldukça keyifli bir akşam yemeği yedim.
Ertesi gün için, daha önceden HCMC deki tur şirketinde ayarladığım bir tekne gezisi olduğundan, yemekte fazla oyalanmadan otelime dönüp yattım.
Sabah kalktığımda otelin penceresinden gördüğüm kaydıraklı yüzme havuzusu manzarası bana biraz Antalya'yı hatırlatsa da bunun sadece anlık olduğunu söyleyebilirim. Bu arada havuzun benim kaldığım otelle hiç bir alakası olmadığını sadece yolun karşısındaki tesise ait olduğunu da belirtmeliyim.
Yaklaşık 35 40 kişinin bindiği mavi renkli teknemize binip bir süre açık denizde gittikten sonra tekne turunun ilk hedefi olan balıkçı köyü uzaktan görülmeye başladı. Köye doğru yaklaştıkça deniz üzerindeki mavi bidon görünümlü dubaların üzerinde belirli aralıklarla serpiştirilmiş yüzen evleri daha net görmeye başladık. Denizin ortasında bir renk cümbüşü gibilerdi. Evlerin büyük bir çoğunluğu gerçek bir köy havasında birbirlerine çok da uzak olmayan mesefadelerde konumlanmışlardı ama aralarında sağdaki gibi denizin ortasında ıssız bir ada misali tek başına duranlar da vardı.
Tekneyle bir süre bu küçük yüzen köyün etrafında dolaştık. Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi bu köyün diğer köylere kıyasla farklı bir yapısı var. Evler genellikle derme çatma klübelerden oluşuyor ve bahçe yerine hepsinin etrafında tahta iskelelerle oluşturulmuş ve balık yetiştirmede kullanılan kare biçimli küçük göletler var. Bununla birlikte sanki normal bir kasaba ya da köy gibi evlerin etrafında dolanan köpekler görmek de mümkün. Köyün yakınından yavaşça geçtikten sonra teknemiz gezinin ikinci aktivitesi olan yüzme molasını vermek için köyden biraz uzaklaşarak denizin daha temiz olduğu küçük bir koyda durdu. Vietnam'lıların çoğu yüzme bilmediklerinden bir kısmı can simitleri ile suya girerken diğer bir iki grup da o bölgede özel olarak balıkçılıkda kullanılan yuvarlak tahta kayıkların içine binerek deniz keyfi yapmaya başladılar. Sanırım yarım saat kadar sonra teknede öğlen yemeği hazırlıkları başlamıştı.
Deniz ürünleri ağırlıklı olan menüde, hazırlanması en uzun süren ve benim de en ilgimi çeken kısım deniz kestaneleriydi. Hayal meyal küçüklüğümü ve babamın bize çıkarttığı deniz kestanelerini hatırladım. Sonra yavaş yavaş tabaklar bir zamanlar oturduğumuz sıraların arka kısımları geriye yatırılarak oluşturulmuş ve teknenin ortasını kaplayan masaya gelmeye başladı.

Yemekler pek hijyenik koşullarda hazırlanmamış olsalar da hepsi birbirinden lezzetliydi ya da biz deniz ve güneşin etkisiyle çok acıkmıştık. Masadan artan yemek olmadığı gibi aç kalan da olmadı. Artık sıra eğlence faslına gelmişti ve yola çıktığımızdan beri tekne tayfalarını oluşturan ekip birdenbire ellerine çalgı aletleri alarak müzisyenlere dönüştüler. En geç olanı ise müzik başladıktan biraz sonra boynuna astığı kesik toplar ve elinde tefle dansöz olarak masanın üzerine çıkarak oynamaya başladı. Kalabalıktan şiddetli bir kahkaha ve alkış koptu. Arkasından da masa dans eden insanlarla doldu. Vietnam'lıların karaokeye ne kadar düşkün olduklarını da ilk kez bu gezide farkettim. Danslar ve şarkılar birbiri ardına geldi. Eğlencenin sonunda bizim dansöz kılıklı genç tayfa günün sürprizi olarak herkesi denizin içinde içki içmeye çağırdı. Evet aynen öyle. Denizin ortasına indirdikleri yüzen Bar'ımsı (bu Bar'ı tarif etmek zor bence siz resme bakın) ile denize girip yanına giden herkese bira vermeye başladı.
Herkes fazlasıyla içip teknedeki alkollü içkileri bitirdikten sonra gezimizin son durağı olan Tri Nguyen akvaryumuna doğru yola çıktık. O güne kadar, değişik ülkelerde ve şehirlerde bir çok akvaryum gezmiş olmama rağmen daha önce gemi şeklinde inşa edilmiş bir akvaryum görmemiştim. Ekibin bir kısmı direkt olarak kumsalın üstündeki masalara yerleşerek içmeye devam ederken benim gibi bazıları da akvaryum gezisine katıldılar. Her türlü hayvan, böcek ve deniz canlılarını seven biri olarak gittiğim genelde gördüğüm tüm hayvanat bahçesi, akvaryum, botanik parkı gibi alanları gezmeye çalışırım. Tam adasındaki akvaryumun daha önce gezdiklerime kıyasla basit ve küçük olduğunu kabul etmeliyim. Yine de en iyi köpekbalığı resimlerimden birini orda çektim. Nasıl ? Yakışıklı mı ?

18 Temmuz 2010 Pazar

Litvanya'nın Beyaz Kilisesi

Çooook öncelerde bir tarihte başlayıp da bir türlü tamamlayamadığım bir yazıyı nihayet bitirmiş olmamın sevinciyle tekrar merhaba. Ve işte uzun bir süre beni bekleyen yazım...


Litvanya'nın Beyaz Kilisesi


Yurtdışında çok fazla gezmemiş olsamda, gittiğim heryerde, bulabildiğim tüm kiliselere girmiş biri olarak, şimdiye kadar gezdiğim kiliselerden beni en çok etkileyeni Vilnius'daki St Peter ve St Paul Kilisesi, benim değimimle Beyaz Kilise'dir diyebilirim. Okul hayatım boyunca en kötü derslerimden ikisi tarih ve coğrafya olmuştur. Nedendir bilinmez bu derslerle aram hiç iyi olmadı. Ne zaman büyüyüp gezmeye başladım, hem coğrafya hem de tarih bilgilerim gelişmeye başladı. Modern eğitim sistemindeki uygulamalı ya da yerinde eğitim kavramlarının ne kadar etkili olduğunun yürüyen bir örneğiyim sanırım.

Her ne kadar tarih bilgim gelişiyor da olsa size kiliselerin yapıları, tarzları hakkında bilgi vermem mümkün değil. Yine de benim gördüklerimin çoğunda ilk farkedilen özellik rengarenk ikonalarla kaplı duvarlardı. Benim favori kiliselerim arasına giren ve namı diğer "Beyaz Kilise" hariç.

Resimden de görüleceği gibi, dışardan bakınca kilise hiç de beyaz kiliseye benzemiyor değil mi? Biraz daha yaklaşıp kapının üst kısmına bakınca, az da olsa bir ipucu veriyor ama yine de içeriyi görmeden niye benim beyaz kilise dediğimi anlamak zor.Ve işte benim Beyaz Kilise'm...
Kilisenin içi yerel ve italyan sanatçılar tarafından yapılmış tamamen beyaz alçı desenlerle kaplı. Tavan ve duvarlarına 2000'in üzerinde dini hikaye işlenmiş. Kiliseyi bana gezdiren rehber sayesinde bu süslemelerin bir çoğu hakkındaki yorumları ve hikayeleri dinledim. Ne yazık ki aynı hikayeleri ikişer kere dinlemiş olmamama rağmen - aynı kiliseyi aynı rehberle iki kere gezdiğim için- çoğunu anlatacak kadar hatırlayamıyorum .

Ama rehberin özellikle vurguladığı birkaç süslemeden bahsedebilirim. Mesela aşağıdaki resimde göreceğiniz, varlıklı bir kadından yardım bekleyen sakat bir kişi betimlemesinin genellikle kiliselerde olmayan türden bir süsleme olduğunu öğrendim. Ben rehberimin yalancısıyım.

Ender görülen motiflere bir başka örnek ise aşağıdaki motifmiş. İlk bakışta çiçek ve yapraklardan oluşan bir süsleme gibi gözükse de dikkatli bakıldığında içinden kötülüğü simgeleyen ejderha figürleri ortaya çıkıyor.

Rehberimize göre bir diğer örnek ise yandaki öpüşen melekler; bu figür meleklerin cinsiyetsiz olduklarını vurguluyor.







Bunların haricinde kilisenin iki yanında sıra halinde bulunan kemerli geçişlerin üzerlerine bazı azizelerin ve önemli askerlerin figürleri yapılmış.










Tam kapıdan çıkarken ise ana kapının sağ tarafında, dünyadaki yaşamın sonunu simgeleyen azraili görüyorsunuz.
Son olarak biraz da kilisenin tarihinden bahsederek bugünkü yazımı bitiriyorum. Şu anki kilise ile aynı yerde yapılan ilk tahta kilisenin 1386'da Polonya kralı Jogaila'nın Litvanya'nın dinini Hıristiyanlığa çevirmesinden sonra yapıldığı sanılıyor. Daha sonra yapılan birkaç ahşap kilise de yangın, Rusya savaşı gibi sebeplerle yok olmuş. Kilisenin şimdiki halinin inşaatı 1668 yılında başlamış ve içindeki süslemeler daha sonradan yapılan bazı değişiklikler ve eklemelerle 1805 yılında şimdiki görüntüsünü almış.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Tarihi Nakış Köyü. Yine Dalat, Yine Vietnam.

Fiii tarihinde yazdığım Dalat Gezisi yazımda, günlük tur kapsamında olan bir iki yeri atladığımdan bahsetmiştim. İşte bunlardan bir tanesi XQ Tarihi Nakış Köyü (XQ Su Quan). Kanaviçe benzeri olan bu nakışçılık işi Vietnam'da oldukça eski ve geleneksel. Hatta o kadar eski ki tam olarak ne zaman başladığı bilinmiyor. Efsaneye göre, 17. Yüzyıl başlarında nakış işi Vietnam'ın kalkınmasında bir dönüm noktası olmuş.

Yukarıdaki resim köyün yağlıboya haritası. 2001'de kurulmuş olan XQ Köyü'nde nakış sanatçılarının yaptığı eserlerin sergilendiği evler, satış dükkanlarının olduğu bir meydan ve atölyeler var. Yani köyde hem bitmiş eserleri görmek ve paranızın yettiği ölçüde beğendiklerinizi satın almak hem de bu muhteşem eserlerin yapılışını seyretmek hatta ders almak mümkün.



Kanaviçe tarzı dedim ama aklınıza hemen çoğumuzun (biz kadınların) okul zamanında yaptığı türden yün ipliklerle etamine yapılmış kanaviçeler gelmesin. Öncelikle bahsettiğim nakışlar klasik çarpı işi değil ama biraz daha özen gerektiren ve bizim iğne ardı dediğimiz türden bir nakış. Ayrıca genellikle incecik ipek kumaşlara, incecik ipek ipliklerle işleniyor. Küçük basit motiflerden yağlıboya tablo görüntüsündeki manzaralara kadar binlerce çeşit desenleri görmek mümkün. Motiflerin işlenmesi günler bazen de aylar alıyormuş.


Bunlarla da yetinmeyip, yine ipek kumaş ve ipliklerle gelinlikler bile yapmışlar. Ama tahmin edersiniz ki inanılmaz pahalı. Üstelik Vietnam gibi çok ucuz bir yerde bile. Ne de olsa elişi...


Neyse uzun lafın kısası ben yapılan nakışlara ve o nakışlarla yapılmış hediyelik eşyalara bayıldım. Utanmasam hepsinin tek tek fotoğraflarını çekecektim. Hoş çoğunu da çektim zaten :). Aşağıda en çok beğendiklerimden bir kısmını bulabilirsiniz.


Bu kadar güzel hediyelikleri görünce insanın birşeyler alası da geliyor tabi. Ben de uzunca bir zamanı acaba ne alsam diye düşünerek geçirdim. Ama karar vermek nerdeyse imkansız. Herşey birbirinden güzel olunca seçmek zor oluyor. Ayrıca parasını ve taşınabilirliğini de düşünmek gerekiyor. Mesela aşağıdaki paravanları görünce içim gitti ya acayip pahalılardı haklı olarak. Sorun sadece parasını ödeyip almakla da bitmiyor bir de o koca paravanların taşınması konusu var. Sonuçta o gün ordan başka sefere diye düşünerek hiçbirşey almadan çıktım.
Related Posts with Thumbnails